ÖĞRETMEN OLMAK DİDİLLİ’Yİ BEKLEMEKTİR
Askerlik görevi için fena bir yer görünmüyordu Sarıçiçek. Okul ve lojmanın köyün dışına yapılmış olması ilk izlenim olarak olumlu düşünceler uyandırmıyordu insanda. Köy eğitime gereken önemi vermiyor veya köy içerisinde okul yapacak bir yer bulunamadı ya da başka sebepler…
Bir öğretim yılı kalınacak bir yer için pek eşya gerekmez düşüncesiyle şehir merkezinden aldığım kanepe, halı, ocak ve diğer ufak tefek eşyaları yerleştirdikten sonra yapılacak pek iş kalmadı. Seminer dönemi olduğu için öğrenci de yoktu ki onlarla zaman geçirelim. Cep telefonu köye yirmi kilometre kala sinyalleri kesmiş, ev telefonu da henüz bağlanmamıştı.
Okul, lojman ve çevresini tanımak için dışarı çıktığımda köyün etrafının dağlarla çevrili olduğunu, birkaç söğüt ağacının dışında pek ağaç olmadığını ve lojmanı da içerisine alan okul bahçesinin köy mezarlığının ortasına yapıldığını fark ettim. Köye geç saatte gelmenin yanı sıra eşyaları indirme telaşı ve yorgunluktan, önceki gün bu ayrıntıları gözden kaçırmışım. Okulun içerisini kontrol etmek için girdiğimde dışarıda birkaç çocuk sesi işittim ve hemen kendimi dışarı attım. Çocuklar biraz çekimser tavırlarla yaklaştılar, tanıştık sohbet ettik biraz. Köye çıkarken marketten almayı unuttuğum ihtiyaçlarımı tamamlamak için bakkalın yerini sordum ve beraber gitmeyi teklif ettim çocuklara. Çocuklar gülümseyerek, köyde bakkal olmadığını ve Didilli geldiği zaman istediğim her şeyi alabileceğimi, ifade ettiler. Bakkalın olmaması olumsuz bir durum gibi görünse de Didilli’nin gelecek olması güzel bir imkândı köy şartlarında. Önceki çalıştığım kasabada haftada bir pazar kurulurdu öyle bir şey olsa gerek diye geçirdim içimden. Sonra, çocukları aileleri merak eder gerekçesiyle evlerine gönderdim.
Saatler ilerliyor zaman geçmiyordu. En azından telefonu çalışmalıydı insanın, böyle durumlarda sevdiklerine ulaşmak için. Köye çıkıp muhabbet edecek birilerini bulsam diye düşünüyordum bazen ancak kış mevsiminin yaklaşması dolayısıyla köydeki insanlar, hayvanlarının yiyeceklerini hazırlamak ve diğer işlerini tamamlamak üzere koşturuyordu. Kimsenin bana ayıracak zamanı yoktu doğrusu. Rakımın yüksek olması dikkatimi çekmiş ve geldiğim gün, muhtara sorduğum kış nasıl geçer sorusuna aldığım “Hocam burada üç mevsim vardır; bahar, kış, kara kış.” cevabının verdiği korku da içimde ayrıca duruyordu zaten. Didilli gelecek diye sevindim, onun da ne zaman geleceğini sormayı unuttuğumu fark edince bir de o oturdu içime.
Ertesi gün okula gelen giden olmadı çocuklardan. Tüm gün okulu eğitim öğretime hazırlamakla uğraştım ben de. Benden önceki öğretmen her şeyi düzenli bir şekilde bırakmıştı, benim yapmam gereken pek de bir şey yoktu, zaman geçirmekti maksat.
Üçüncü günün sabahı, yoldan geçen ve hayvanlarını otlatmaya götüren bir genci fark ettim. Daha günaydın demeden, adını sormadan, seslendim, “Didilli ne zaman gelecek?” diye. Cumartesi günü geleceğini söyledi sağ olsun. Tek sosyal faaliyetim olacak Didilli’ye kavuşmama, bitmesi gereken koskoca üç gün vardı önümde. Her geçen gün yalnızlığım biraz daha artıyor ve bunun sonucu olarak zaman zaman kendimi sorguluyordum. Öğretmenlikten başka meslek bulamamış mıydım yapacak? Bunca yıl okumanın ödülü bu muydu? Zaten şans olsa tek öğretmen olan bir köye gelmezdim…
Beş yıl kadar uzun gelen beş günün sonunda cumartesiye ulaşmıştım. Erkenden kalktım, kahvaltımı yaptıktan sonra ütülü kıyafetlerimi giydim. Alışveriş listem zaten hazırdı. Öyle ya Didilli var bugün, köy şenlikli olacak! Duyduğum her seste pencereye koşuyor ancak satıcıya benzer hiçbir şeyin geçtiğini göremiyordum. Zaten saat on’a geldiğinde köye bir otomobil ve birkaç motosikletten başka gelen giden de olmamıştı. Öğleye doğru eşeği ile geçen bir köylüye seslendim pencereden; “Öğleden sonra gelir hocam, her ihtiyacını alırsın.” cevabını aldıktan sonra umutlarım tekrar yeşerdi.
Akşama doğru ümidimi kestim artık Didilli’den. Moral bozukluğuyla bir süre televizyon kanalları arasında dolaştıktan sonra mutfağa geçip değişmez yemeğim makarnayı yapmaya koyulmuştum ki, kapım şiddetle çalındı. Kapının önünde bir sürü çocuk “Öğretmenim Didilli seni bekliyor.” diye bağrışıyorlar. Cüzdanımı kaptım koştum hemen. Yolun kenarında bir kamyonet beni bekliyordu. Beş günlük sabırsız bir bekleyiş bunun için miydi, diye içimden geçirirken çıktık kamyonetin kasasına. Çok da seçenek yoktu alınabilecek. Yağ, cay, deterjan, leğen vs… İhtiyaç duyduğum hiçbir şey bulamamıştım. Ayıp olmasın diye birkaç çekirdek alıp indim tekrar. Didilli’nin de,aslında herhangi bir anlamı olmadığını, aracın korna sesine çocukların verdiği isim olduğunu öğrendim satıcıdan.
Bazen küçük ayrıntıları kendimizi mutlu etmek adına gözümüzde büyütebiliriz. Öğretmen insandır sonuçta, öğretmenlik de yeri geldiğinde Didilli’yi beklemektir.
Muhammet YILMAZ
SINIF ÖĞRETMENİ
ALACABAL İLKOKULU